Şu anda izleyiciyi, ahkâmcı, okuyucu ve illa ki ''halı''cı duruma geçsek de elbette bu işin de öncesi vardı. Daha bir katılımcı, daha bir keyifli hali yani...Çocukluğumuzun ''top''çuluk hallerinden bahsediyorum. Ama bu bahsi fazla uzatmadan, çocukluğumuzda pek yaşamadığımız (ki oynama halinde isek, hava kararana kadar hissetmezdik bile), haliyle çok da dikkat etmediğimiz sporcu ve ''beslenme'' hadisesine değinelim.
Yaygın klişedir; "mısırdan sonra su içme cırcır (halk dilinde ishal) olursun". Doğru mudur değil midir bilmem ama, bir vesileyle cırcır olundu mu, o günkü hayat azap olur. Hele bir de toplu performansların üyesi iseniz. Yıllar önce, mahalleden bir arkadaş anlatmıştı: kendisi en yakındaki küçük bir takımın oyuncusu idi; daha da yıllar ailelerin evlatlarının futbolcu olması için seferber olmadığı, aksine okumaları için ''press'' yaptıkları yıllardı. Bu yüzden, mahalledeki tüm çocuklar için, futbolculuğu kulüplerde sürdürmek (mevsim yaz da değilse) hakikaten meşakkatli bir işti.
Neyse, bu arkadaşlar önemli bir bölge maçından önce kulüp yöneticilerinden birinin mekânında kahvaltı yapıyorlar. Artık ne yedilerse, takımın, hem de 11'in önemli adamlarından bir kısmı, maça dakikalar kala kıvranmaya başlıyor. Takımda bir hekim olmaması, hocanın da insafsız olması dolayısıyla, kadro (hasarlı arkadaşlarla beraber) sahaya çıkıyor. Bundan sonrası da evlere şenlik bir hikâyenin malzemesi oluyor.
Arkadaş defansta oynuyordu, ve cırcır ekibin üç tanesi de yine bu bloktaydı. Yani geri dörtlü biri hariç ''vurmalı çalgılar'' ekibi gibi olmuş, adeta. Yazık ki bu performansa sadece rakip ileri ucu şahit olabilmiş. Onlar da ne kadar memnundu, bilemiyoruz tabii. Biraz da ondan dinleyelim:
''O kadar feci durum du ki; Her topa basışımızda, ve omuz omuza oyunda bir rezalettir gidiyordu. En kötüsü de topu uzaklaştırdıktan sonra, rakip arkadaşların başta suratımıza gülerek, sonrasında ise “istikrarımızı”görünce acıyarak bakmalarıydı. Hatta bir pozisyonda; hakem pozisyonu yakından takip ediyor (iyi hakemmiş) bizim sağbekle beraber rakibin golcüsünü sıkıştırmışız, sonra bizim eleman hamle edince korkunç bir gürültü koptu. O kadar ki, rakiple hakemin resmen ödü patlıyor. Normalde gülmekten altıma yapacakken. Dudaklarımı sıkıyordum. Lakin, sıkmasam, ben de altıma yapacaktım. Ama gülmekten değil. Bu arada, arkadaş benim kadar şanslı olamadı tabii. Meğerse kopan gümbürtü, facianın habercisiymiş. Arkadaş iki elini poposuna yapıştırarak yalpalaya yalpalaya kenara koşmaya başladı. Biz de fırsat bu fırsat deyip, soluğu soyunma odasında aldık. Sonradan söylediler, hakem gidip bizim hocayı azarlamış. Ve takımın yarısının ortada olmadığını görünce maçı tatil etmiş.''
Acaba, bölge federasyonu, maçın iptali dolayısıyla, gerekçeli karara ne yazmıştır diye merak ettim durdum hep. Neyse, spor diye izlediğimiz aktivite sadece bizim izleme anımızla sınırlı değil. Öncesi, sonrası, oyuncu grubunun dışında tüm bir ekibiyle alabildiğine kolektif bir sürecin işi. Lakin, medyanın ve endüstrinin akredite olduğu kritik alan, sadece oyun ve oyuncu olunca, aktörleri de alabildiğine sterilize edilip, gündelik hayattan 'men' ediliyor. Hal böyle olunca da, bu ''steril idol''lerin daha sağlıklı spor yapmalarını sağlayan, ortalığı b.k götürmesini engelleyen diğer ekip üyeleri, hiç mi hiç anılmıyor.
(Kâr amacı gütmemek şartı ile bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayınlandığı yayını belirtmek kaydıyla kullanmak isteyene aittir...)